Davada dayanılan ve noterde düzenlenen 19.1.1994 tarihli “muvafakatname” başlıklı belge davacının davalı malikin rızasıyla taşınmazına yapı yaptığını, başka bir anlatımla yapıya mülkiyetin ileride kendisine geçirileceği inancıyla başladığını gösterir.
Diğer taraftan bilirkişi 21.2.2008 tarihli raporunda toplam yapı değerini 60.714.50.- YTL., arsa payı değerin ise 13.750.00.- YTL. olarak saptamıştır. Görülüyor ki yapının kıymeti, arsa değerinden fazladır.
Kısaca somut uyuşmazlıkta davanın kabulü için aranan sübjektif ve objektif koşullar gerçekleşmiştir.
Ancak davacı, taşınmazı davalıdan haricen satın aldığını ve bu işlem sırasında bedel ödediğini kanıtlayamamıştır. Ne var ki yukarıda sözü edildiği üzere davalının arsa payına karşılık gelen uygun bedel bilirkişice 13.750.- YTL. olarak saptanmıştır. Mahkemece bu bedel davalıya ödenmek üzere depo ettirilmeli, dava birlikte ifa kuralları doğrultusunda kabul edilmelidir.
DAVA ve KARAR:
Taraflar arasındaki “Temliken tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 16.2.2009 gün ve 2007/12-2009/54 sayılı kararın incelenmesi, davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine,
Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 25.6.2009 tarih 4954-8020 sayılı ilamı;
(…Dava, Türk Medeni Kanununun 724. maddesine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Davalı, davacıya taşınmazından pay satmadığını, bedel de almadığını, açılan davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece davacının satış belgesi olmadığı, davalıya bedel de ödenmediği gerekçeleriyle dava reddedilmiştir.
Hükmü, davacı temyiz etmiştir.
Türk Medeni Kanununun 684. ve 718.maddeleri gereğince yapı, üzerinde bulunduğu taşınmazın mütemmim cüzü (tamamlayıcı parçası) haline gelir ve o taşınmazın mülkiyetine tabi olur. Ancak, yasa koyucu somut olaydaki taşınmazların durumunu genel hükümlere bırakmamış, bu konumdaki taşınmazların maliki ile yapıyı yapan kişi arasındaki ilişkiyi Türk Medeni Kanununun 722., 723. ve 724. maddelerinde özel olarak düzenlemiştir. Konunun bu kapsamda değerlendirilmesi gerekecektir.
Bir kimsenin kendi malzemesi ile başkasının tapulu taşınmazına sürekli, esaslı ve mütemmim cüzü (tamamlayıcı parçası) niteliğinde yapı yapması halinde diğer koşullar da mevcutsa malzeme sahibi yapının bulunduğu alan ile yapının kullanılması için zorunlu arazi parçasının tescilini mülkiyet hakkı sahibinden isteyebilir.
Malzeme sahibinin Türk Medeni Kanununun 724. maddesine dayanarak tescil talebinde bulunabilmesi bazı koşulların varlığına bağlıdır;
a) Birinci koşul, malzeme sahibinin iyi niyetli olmasıdır;
Türk Medeni Kanununun 724. maddesi hükmünden açıkça anlaşıldığı üzere, taşınmaz mülkiyetinin yapı sahibine verilebilmesi için öncelikli koşul iyiniyettir. Öngörülen iyiniyetin Türk Medeni Kanununun 3. maddesinde hükme bağlanan sübjektif iyiniyet olduğunda da kuşku yoktur. Bu kural, malzeme sahibinin, elattığı taşınmazın başkasının mülkü olduğunu bilmemesini veya beklenen tüm dikkat ve özeni göstermesine karşılık bilebilecek durumda olmamasını ya da yapıyı yapmakta haklı bir sebebinin bulunmasını ifade eder. Malzeme sahibinin tescil istemi ile açtığı davada iyiniyetin varlığı iddia ve savunmaya bakılmaksızın mahkemece re`sen araştırılmalıdır. Ne var ki, 14.2.1951 tarihli ve 17/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği gibi olay ve karinelerden, durumun özelliklerine göre kendisinden beklenen dikkat ve özeni göstermemiş olduğu açık bulunan malzeme sahibinin temliken tescil talebinde bulunması mümkün değildir. Çünkü, bu gibi durumlarda kötüniyet karşı tarafın ispatı gerekmeden belirlenmiş olur. Ayrıca iyiniyet inşaatın başladığı andan tamamlandığı ana kadar devam etmelidir.
b) İkinci koşul ise yapı kıymetinin taşınmazın değerinden açıkça fazla olmasıdır;
Bu koşul dava tarihine ve objektif esaslara göre saptanmalı, fazlalık ilk bakışta da kolayca anlaşılmalıdır. İnşaatın kapsadığı alanın ifrazı kabil ise arsa değeri yalnız bu kısma göre, aksi halde tamamının değerine göre bulunmalıdır. Bazı Yargıtay kararlarında vurgulandığı üzere, inşaatın kaldırılmasının arazi ve malzemeye vereceği zarar, kaldırılmasıyla malzeme sahibinin elde edeceği yarardan daha fazla ise inşaatın kaldırılması fahiş bir zarara yol açar.
c) Üçüncü koşul, yapıyı yapanın (malzeme sahibinin), taşınmaz malikine uygun bir bedel ödemesidir.
Uygun bedel genellikle yapı için gerekli olan arsa miktarının dava tarihindeki gerçek değeri olarak kabul edilmekte ise de, büyük bir taşınmazın bir kısmının devri gerektiğinde geri kalan kısmın bedelinde noksanlıklar meydana gelecekse, bunlar taşınmaza bağlı öteki zararlar da gözönünde bulundurularak hak ve yarar dengesi kurulması suretiyle hesaplattırılmalı, iptale konu zemin bedeli arsa sahibine ödenmek üzere depo ettirilmeli, önceden ödenmiş bedel var ise bu miktar ödenecek bedelden mahsup edilmelidir.
Yukarıda değinilen üç koşulun yanı sıra yapının bulunduğu arazi parçası davalıya ait taşınmazın bir kısmını kapsıyor ise tescile konu olacak yer, inşaat alanı ile zorunlu kullanım alanını kapsayacağından mahkemece iptal ve tescile karar verebilmek için bu kısmın ana taşınmazdan ifrazının da mümkün olması gereklidir.
Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında somut olaya gelince;
Davada dayanılan ve noterde düzenlenen 19.1.1994 tarihli “muvafakatname” başlıklı belge davacının davalı malikin rızasıyla taşınmazına yapı yaptığını, başka bir anlatımla yapıya mülkiyetin ileride kendisine geçirileceği inancıyla başladığını gösterir. Diğer taraftan bilirkişi 21.2.2008 tarihli raporunda toplam yapı değerini 60.714.50.- YTL., arsa payı değerin ise 13.750.00.- YTL. olarak saptamıştır. Görülüyor ki yapının kıymeti, arsa değerinden fazladır. Kısaca somut uyuşmazlıkta davanın kabulü için aranan sübjektif ve objektif koşullar gerçekleşmiştir.
Ancak davacı, taşınmazı davalıdan haricen satın aldığını ve bu işlem sırasında bedel ödediğini kanıtlayamamıştır. Ne var ki yukarıda sözü edildiği üzere davalının arsa payına karşılık gelen uygun bedel bilirkişice 13.750.- YTL. olarak saptanmıştır. Mahkemece bu bedel davalıya ödenmek üzere depo ettirilmeli, dava birlikte ifa kuralları doğrultusunda kabul edilmelidir.
Yapılan bu tespitler bir yana bırakılarak istek dosya kapsamındaki delillerin yanılgılı değerlendirilmesi sonucu yazılı bazı gerekçelerle reddedildiğinden karar bozulmalıdır…) gerekçesiyle dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu`nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının BOZULMASINA, oybirliği ile karar verildi.