TMK.2,988,989,1023,1024/ – BK.18
1. Davacının Davalı Mehmet`e temliki açısından inançlı işlemin söz konusu olduğu ve buna ilişkin belgenin dosyada bulunduğu sabittir. Bu kişiler arasında inançlı işlemin sabit olduğu mahkemenin de kabulündedir. Davalı Ahmet`in bu hususa yönelik bir itirazı da varid değildir.
Davalı Mehmet tarafından Davalı Ahmet`e yapılan temlike gelince; davalılar arasındaki temlik işleminde inançlı işlem değil, Davalı Ahmet`in ediniminde iyiniyetli olup olmadığı önem taşımaktadır. Esasen davacı da dava dilekçesinde bu hususa dayanmıştır.
2. “Kötüniyet iddiası”nın def`i değil itiraz olduğu;
İddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.11.1991 tarih 1990/4 Esas 1991/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.
Hal böyle olunca; Davalı Ahmet`in iyiniyetli olup olmadığı yönünde tarafların gösterdikleri ve gösterecekleri tüm delillerin eksiksiz toplanarak birlikte değerlendirilmesi, özellikle, Davalı Ahmet`in taşınmazın davacının isteği ve ara malik Mehmet`e verdiği talimat üzerine temlikin gerçekleştirildiğine dair savunması üzerinde de durularak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir.
DAVA ve KARAR:
Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, mülkiyeti kendisine ait 5423 ada 3 parsel sayılı taşınmazın hakkındaki icra takibi nedeniyle hiçbir bedel almaksızın Davalı Mehmet Can Duman`a duyduğu güvene dayanarak satış suretiyle temlik ettiğini, ancak Davalı Mehmet Can`ın taşınmazı kendisine iade etmeyerek yakın arkadaşı olan diğer davalıya muvazaalı olarak devrettiğini ileri sürüp, tapu kaydının iptali ile adına tescilini istemiştir.
Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, davacının davasını ispatlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi Senem Altınbulak`ın raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü:
YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ KARARI:
Davacı, mülkiyeti kendisine ait 5423 ada 3 parsel sayılı taşınmazını hakkındaki icra takibi nedeniyle Davalı Mehmet`e bedelsiz devrettiğini, Davalı Mehmet ile arasındaki 7.8.2008 tarihli taahhütname ile taşınmazın eski sahibine iade edileceğinin kabul ve imza altına alındığını, ancak Mehmet`in taşınmazı kendisine iade etmeyerek diğer Davalı Ahmet`e muvazaalı olarak devrettiğini ileri sürüp, tapu kaydının iptali ile adına tescilini isteyerek eldeki davayı açmıştır.
Davalı Mehmet, dava konusu taşınmazın emanet olarak kendisine devredildiğini ve davacının gösterdiği kişiye taşınmazı temlik ettiğini, Davalı Ahmet, taşınmazı davacının rızası ile Davalı Mehmet`den satın aldığını bildirerek davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, Davacı ile Davalı Mehmet arasındaki devir işleminin inanç sözleşmesi içinde gerçekleştiğinin sabit olduğu, ancak davacının son malik Ahmet ile önceki malik Mehmet arasındaki işlemin muvazaalı olduğuna dair herhangi bir yazılı delil ibraz edemediği, davacının yemin deliline de dayanmadığı gerekçeleri ile davanın reddine karar verilmiştir. Gerçekten de; Davacının Davalı Mehmet`e temliki açısından inançlı işlemin söz konusu olduğu ve buna ilişkin belgenin dosyada bulunduğu sabittir. Bu kişiler arasında inançlı işlemin sabit olduğu mahkemenin de kabulündedir. Davalı Ahmet`in bu hususa yönelik bir itirazı da varid değildir.
Davalı Mehmet tarafından Davalı Ahmet`e yapılan temlike gelince; davalılar arasındaki temlik işleminde inançlı işlem değil, Davalı Ahmet`in ediniminde iyiniyetli olup olmadığı önem taşımaktadır. Esasen davacı da dava dilekçesinde bu hususa dayanmıştır.
Bilindiği üzere; hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alışverişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyiniyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2. maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarakta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyiniyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke MK.nun 1023. maddesinde aynen “tapu kütüğündeki sicile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur” şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024. maddenin 1. fıkrasına göre “Bir aynı hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tescile dayanamaz” biçiminde öngörülmüştür.
Ne varki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyiniyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan aynı hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyiniyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima gözönünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle “kötüniyet iddiasının def`i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.11.1991 tarih 1990/4 Esas 1991/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.
Hal böyle olunca; Davalı Ahmet`in iyiniyetli olup olmadığı yönünde tarafların gösterdikleri ve gösterecekleri tüm delillerin eksiksiz toplanarak birlikte değerlendirilmesi, özellikle, Davalı Ahmet`in taşınmazın davacının isteği ve ara malik Mehmet`e verdiği talimat üzerine temlikin gerçekleştirildiğine dair savunması üzerinde de durularak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ve eksik inceleme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
SONUÇ: Davacının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün BOZULMASINA, oybirliği ile karar verildi.
Y.1.H.D. 10.2.2010 E.2009/13814 – K.2010/1303