– Çaplı Taşınmaza Elatmanın Önlenmesi (Ağaç Bedeli – Eski Hale Getirme Bedeli – Maden Bedeli)
– Ağaç Bedeli (Çaplı Taşınmaza Elatma)
– Eski Hale Getirme Bedeli (Çaplı Taşınmaza Elatma)
– Maden Bedeli (Çaplı Taşınmaza Elatma)
– Elbirliği Mülkiyetinda Paydaşın Hakkı (Ağaç Bedeli – Eski Hale Getirme Bedeli – Maden Bedeli)
– Veraset Belgeleri Arasında Çelişki (Elbirliği Mülkiyetinde Ortakların Tesbiti)
– Aktif Husumet Ehliyeti (Elbirliği Mülkiyeti) –
492 Sa.Ka.27,28,30,32 – TMK.640,683,701,702,703, 718,719 – 3213 Sa.Ka.2,4,46 – 818 Sa.Ka.43,44 – 82An.168 – 743 Sa.Ka.581
1. Elbirliği Mülkiyette, terekeye ait haklar üzerinde tasarruf söz konusu ise;
ortakların oybirliği ile karar vermeleri Medeni Kanunun 702/2.maddesinin açık hükmü gereği olduğuna ve taksimi mümkün olmayan taleplerin ancak ortaklar tümü tarafından açılacak bir dava yoluyla ileri sürülebileceğine göre;
taksimi mümkün olduğu konusunda tereddüt bulunmayan, ağaç bedeli, eski hale getirme bedeli ve maden bedeli taleplerine ilişkin davanın tüm mirasçıların birlikte açması gerekir.
Dava davacı mirasçıların paylarına hasren açıldığından, 11.10.1982 tarih, 1982/3-2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla açıklanan şekilde, bir kısım ortağın dava açabilecekleri; ancak, davaya devam edebilmesi için öteki ortakların olurlarının alınması veya miras şirketine atanacak temsilci aracılığıyla davanın sürdürülmesi gerektiği kuralının da uygulanması mümkün değildir.
2.İki veraset ilamı karşılaştırıldığında birbiri ile çelişkili olduğu, birincisinde ismi bulunan Halime’nin ikincisinde isminin bulunmadığı, bunun nedeninin de açıklanmadığı görülmektedir. Bu çelişki giderilmeden sağlıklı bir sonuca ulaşılması mümkün değildir.
Hal böyle olunca mahkemece yapılması gereken, veraset ilamlarındaki çelişki giderilmesi, eğer muris Mustafa’nın gerçekte iki mirasçısı var ve ikisi de davada temsil ediliyorsa, bu durumda aktif husumet ehliyetleri bakımından bir sorun bulunmadığından işin esasının incelenerek olumlu ya da olumsuz bir karar verilmesi, aksi durumda davacıların aktif husumet ehliyetlerinin bulunmaması ve başlangıçta paya hasren dava açıldığından diğer mirasçının davaya katılımının da söz konusu olmayacağından önceki hüküm gibi aktif husumet yokluğundan davanın reddine karar vermekten ibarettir.
DAVA ve KARAR:
Taraflar arasındaki “Elatmanın Önlenmesi, Tazminat ve Eski Hale Getirme” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Nevşehir 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın “reddine” dair verilen 11.6.2008 gün ve 2007/370-2008/180 sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine,
Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 5.3.2009 gün ve 2009/1430 – 2785 sayılı ilamı;
(…Dava, çaplı taşınmaza elatmanın önlenmesi, tazminat ve eski hale getirme isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile davalının elatmasının önlenmesine, diğer taleplerin reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden toplanan delillerden, dava konusu 5406 parsel sayılı taşınmazın davacıların miras bırakanı adına kayıtlı olduğu, taşınmazda davacılar dışında dava dışı mirasçının da paydaş olduğu görülmektedir. Davalının taşınmazda kayıttan ve mülkiyetten kaynaklanan bir hakkının bulunmadığı, ancak taşınmazı maden istihracı suretiyle kullandığı anlaşılmaktadır.
Davacı, taşınmazdaki toprağın boşaltılması nedeniyle doğal ve fiziki yapısının bozulduğunu, ekim ve dikime elverişliliğinin ortadan kalkması sebebiyle de, taşınmazı kullanamadığını belirterek davalının taşınmaza elatmasının önlenmesini, uğradığı zararın tazminini ve taşınmazın eski hale getirilmesini ileri sürmek suretiyle eldeki davayı açmıştır.
Davalı şirketin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Maden Dairesi Başkanlığından alınan 7.4.2004 tarihli ruhsata dayanarak maden istihraç ettiğini, davacının da paydaşı olduğu taşınmazın ruhsat sahaları dışında kaldığını, belirterek davanın reddini savunmuştur.
Gerçekten de, davalı şirketin Anayasanın 168. maddesi delaletiyle 3213 Sayılı Maden Yasası hükümleri uyarınca maden arama ve işletme ruhsatına sahip olduğu ve yine davacıların paydaşı bulunduğu 8100 m2 yüzölçümündeki çekişmeli 5406 sayılı parselin 1500 m2 lik kısmında maden olduğu, aynı yasanın 2.maddesiyle kabul edilen “bims” ve “pomza taşı” çıkartmak suretiyle elattığı keşfen ve dosya kapsamı ile sabittir.
Bilindiği üzere; Türk Medeni Kanununda taşınmaz mülkiyet kapsamı açıkça belirlenmiş, 718.maddesiyle dikey, 719.maddesiyle de yatay sınırları çizilmiştir. Bu sınırlar içerisinde kalan taşınmaz mülkiyetinin haksız elatmalara karşı nasıl korunacağı da söz konusu yasanın 683/2.maddesinde hükme bağlanmıştır.
Ancak, “Anayasanın Tabii Servetlerin ve Kaynakların Aranması ve İşletilmesi” başlığını taşıyan 168.maddesinde aynen; “Tabii servetler ve kaynaklar devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Bunların aranması ve işletilmesi hakkı devlete aittir. Devlet, bu hakkını belli bir süre için, gerçek ve tüzel kişilere devredebilir. Hangi tabii servet ve kaynağın arama ve işletmesinin devletin gerçek ve tüzel kişilerle ortak olarak veya doğrudan gerçek ve tüzel kişiler eliyle yapılacağı, kanunun açık iznine bağlıdır. Bu durumda, gerçek ve tüzel kişilerin uyması gereken şartlar ve devletçe yapılacak gözetim, denetim usul ve esasları ve müeyyideler kanunda gösterilir.” denilmek suretiyle ve 3213 Sayılı Maden Kanununun “Madenler devletin hüküm ve tasarrufu altında olup, içinde bulundukları arzın mülkiyetine tabi değildir” hükmünü içeren 4.maddesi ile madenlerin özel mülkiyete konu olamayacağı hükme bağlanmıştır.
O halde, taşınmaz malikinin veya maliklerinin taşınmazın dikey mülkiyet kapsamında barındırdığı madenden kaynaklanan bir hakkının bulunduğunu söyleyebilme olanağı yoktur. Öyleyse, taşınmazın yeryüzündeki özel mülkiyete konu bölümü kullanılırken toprak altındaki madenlerin kullanılmasına engel olunmasına karşılıklı olarak hak sahiplerinin yarar ve zarar dengesinin korunmasına özen göstermelerinin mülkiyet hukuku açısından büyük önem taşıdığı tartışmasızdır. İşte bu amaçla, yasa koyucu özel bir yasa çıkarmak zorunluluğunu duymuş, maden yataklarının nasıl araştırılıp işletileceği detaylı olarak açıklanmış ve bu çalışmaların devamı sırasında arz sahibinin haklarının korunması, zararlarının karşılanması yolları gösterilmiştir.
3213 Sayılı Maden Yasasının 46.maddesinde açıkça belirtildiği gibi maden arama çalışmasının niteliğine göre özel mülkiyete konu taşınmaz üzerinde kullanma amacına özgü olmak üzere bedeli karşılığı irtifak veya intifa hakkı kurulabilir. Maden arama çalışması, arz sahibinin mülkiyet hakkını kullanmasına engel olmayacak biçimde sınırlı kalıyor veya irtifak ve intifa hakkı kurulmasını gerektirmeyecek kadar az zarar veriyorsa, aynı madde hükmü gereğince ruhsat sahibi madenci, arz sahibine adli merciilerde belirlenecek tazminatı ödemeye ve sahayı (taşınmazı) kullanabilir hale getirdikten sonra terk etmeye zorlanabilir. Ancak, maden yatağı işletme aşamasına gelmişse ve taraflar anlaşamıyorsa, yine söz konusu madde hükmüne göre kamulaştırma yoluna gidilmesi gerekmektedir. Yetkili merciilerden alınmış olsa dahi maden işletme ruhsatı hukuk devletinde kutsal olduğu kabul edilen özel mülkiyete elatma hakkını vermez.
Bu yasal düzenlemeler çerçevesinde olaya bakıldığında davalı şirketin davacıların paydaşı olduğu taşınmazda hışır madeni çıkarmak suretiyle taşınmaza haksız olarak elattığı, taşınmazın tamamen kullanılamaz hale geldiği dosya kapsamı ile sabittir.
Bu itibarla; davalının, davacıların paydaşı olduğu çekişmeli taşınmazı kullanması, niteliğini bozması şeklindeki davacıyı zararlandırıcı faaliyet ve fiilinin haklı ve geçerli bir hukuki sebebinin varlığı kabul edilemez. Bu nenenle elatmanın önlenmesi isteğinin kabulü doğrudur. Davalının temyiz itirazları yerinde değildir. Reddine.
Davacının temyiz itirazlarına gelince;
Davalının davacı karşısındaki hukuki durumu ise fuzuli şagil olmaktır. Başka bir deyişle, haksız işgalci konumundadır. O halde, davacının taşınmazı kullanamamaktan kaynaklanan isteğinin ecrimisil (haksız işgal tazminatı) olduğu kuşkusuzdur. Bilindiği üzere; ecrimisil en az kira bedeli, en fazla gelir kaybıdır. Öyleyse, davacının taşınmazı kullanamamaktan ötürü, tazminat istediği gözetilerek, belirlenecek tazminatın hüküm altına alınması gerekeceği açıktır.
Ayrıca, davacının elatmanın önlenmesi, tazminat isteği yanında davada taşınmazın eski hale getirilmesi isteğinde de bulunduğu görülmektedir. Buna göre ve özellikle çıkartılan madenin tekrar yerine konularak taşınmazın eski hale getirilmesi olanaksız bulunduğuna göre, Borçlar Kanununun 43. ve 44.madde hükümleri de gözetilmek suretiyle, davacıların payına isabet edecek eski hale getirme bedelinin taşınmazın belirlenecek sürüm değerinden, davacıların payına düşecek miktarından fazla olmamak koşuluyla davalıdan alınarak davacılara verilmesi şeklinde hüküm kurulması gerekirken, yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.
Kaldı ki, eldeki davadaki tüm istekler, özellikle, istenilen tazminat, eski hale getirilme bedeli ve elatılan yerin değerinin toplamının müddeabihi oluşturacağı, bununda harca esas değer olacağı, buna göre mahkemece 492 sayılı Harçlar Yasasının 27, 28, 30, 32. maddelerinin düzenlediği kamu düzeniyle ilgili hükümlerin dahi gözardı edilmek suretiyle, müddeabihin bir bölümü üzerinden harç tahsili ile bu şekilde neticeye gidilmesi de isabetsizdir. …) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI:
Dava, çaplı taşınmaza elatmanın önlenmesi, ağaç bedeli, eski hale getirme bedeli ve maden bedeli isteklerine ilişkin olup, davacının bir ecrimisil talebi bulunmamaktadır.
Mahkemece, davalının elatmasının önlenmesi yönündeki talebin kabulüne, diğer taleplerin ise davacı mirasçıların aktif husumet ehliyetlerinin bulunmaması nedeniyle reddine karar verilmiş, Özel Dairece yukarıda açıklanan nedenlerle hüküm bozulmuştur.
Uyuşmazlık, davacının elatmanın önlenmesi talebi dışındaki; ağaç bedeli, eski hale getirme bedeli ve maden bedeli taleplerinin, ancak tüm mirasçılar tarafından birlikte ileri sürülerek dava konusu edilebilecek talepler mi, yoksa her mirasçının tek başına açacağı dava ile takip edebileceği talepler mi olduğu noktasında toplanmaktadır.
Bu aşamada elbirliği mülkiyetinin niteliği ve özelliği ile açıklamalarda bulunmakta yarar bulunmaktadır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 701-703.maddelerinde düzenlenen elbirliği mülkiyetinin (ortaklığının) tüzel kişiliği olmadığı gibi ortaklardan her birinin doğrudan doğruya bir hakkı da bulunmamaktadır. Mülkiyet, bir bütün olarak ortakların hepsine aittir. Başka bir deyişle, ortaklık tasfiye ile sona erinceye kadar ortaklardan her birinin ayrı bir mal veya hakkı olmayıp, hak sahibi ortaklıktır. Elbirliği (iştirak) halinde mülkiyet türünde malikler, mülkiyet payları ayrılmadığından paydaş değil, ortaktır. Bu ilke Medeni Kanunun 701.maddesinde “…Kanun ve kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyeti, elbirliği mülkiyetidir.
Elbirliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin hakkı, ortaklığa giren malların tamamına yaygındır…” biçiminde yer almıştır.
Bu itibarla elbirliği mülkiyetinde, ortaklar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmaktadır. Yasada veya elbirliği mülkiyetini oluşturan anlaşmada ortaklık adına hareket etme yetkisinin kime ait olacağı belirtilmemişse ortaklığın tasfiyesini isteme hakkı dışındaki tüm işlemlerde ortakların (iştirakçilerin) oybirliği ile karar almaları ve birlikte hareket etmeleri zorunludur.
Medeni Kanunun 702/2. maddesi “…Kanunda veya sözleşmede aksine bir hüküm bulunmadıkça, gerek yönetim, gerek tasarruf işlemleri için ortakların oybirliğiyle karar vermeleri gerekir…” hükmünü getirmiştir. Ne var ki bu kural, uygulamada yumuşatılarak, 11.10.1982 tarih, 1982/3-2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla bir ortağın tek başına dava açabileceği; ancak, davaya devam edebilmesi için öteki ortakların olurlarının alınması veya miras şirketine atanacak temsilci aracılığıyla davanın sürdürülmesi gerektiği kabul edilmiştir.
Medeni Kanunun 702/4.maddesinde “…ortaklardan her biri, topluluğa giren hakların korunmasını sağlayabilir. Bu korumadan bütün ortaklar yararlanır…” hükmü öngörülmüştür. Medeni Kanunun 640.maddesinde de vurgulanan korumadan yine Medeni Kanunun 702/2.maddesinde sözü edilen tasarruf işlemleri sözlerinden anlaşılması gerekenin ne olduğu, uyuşmazlığın ana noktasını oluşturmaktadır.
1- 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu yürürlüğe girmeden önce elbirliği ile mülkiyet 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin 581.maddesinde düzenlenmişti. Ancak uygulamada karşılaşılan bazı güçlüklerin giderilmesi için 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 640.maddesine dördüncü fıkra eklenmiştir. Maddenin gerekçesinde de belirtildiği gibi, mirasta terekenin tabi olduğu elbirliği mülkiyetine yöneltilen en güçlü eleştiri, birlikte hareket etme zorunda olmaları nedeniyle mirasçıların bireysel olarak terekedeki hakların korunması amacıyla hareket edememeleriydi. Maddeye eklenen dördüncü fıkra, bu eksikliği giderme amacına yönelik olarak getirilmiştir.
Olağan koruma eylemleri ve buna bağlı olarak onarımlar, mahsullerin toplanması bozulacak olanların satılması, acele olarak yapılması zorunlu bulunan işlemin yerine getirilmesi ile istihkak, elatmanın önlenmesi, tapu sicilinde hak sahipliğinin saptanması gibi taksimi mümkün olmayan talepler, ortaklardan her biri tarafından dava yoluyla ileri sürülebilir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 23.6.2004 gün ve 2004/1-379 E, 382 K; 16.2.2005 gün ve 2005/8-22 E ve 64 K; 7.2.2007 gün ve 2007/20-62 E, 56 K; 11.7.2007 gün ve 2007/1-546 E, 546 K sayılı ilamı)
Terekeye ait haklar üzerinde tasarruf söz konusu ise, ortakların oybirliği ile karar vermeleri Medeni Kanunun 702/2.maddesinin açık hükmü gereği olduğuna ve taksimi mümkün olmayan taleplerin ancak ortaklar tümü tarafından açılacak bir dava yoluyla ileri sürülebileceğine göre; taksimi mümkün olduğu konusunda tereddüt bulunmayan, ağaç bedeli, eski hale getirme bedeli ve maden bedeli taleplerine ilişkin davanın tüm mirasçıların birlikte açması gerekir.
Dava davacı mirasçıların paylarına hasren açıldığından, 11.10.1982 tarih, 1982/3-2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla açıklanan şekilde, bir kısım ortağın dava açabilecekleri; ancak, davaya devam edebilmesi için öteki ortakların olurlarının alınması veya miras şirketine atanacak temsilci aracılığıyla davanın sürdürülmesi gerektiği kuralının da uygulanması mümkün değildir.
Bu açıklamaların ışığında somut olaya incelendiğinde, dava konusu 5406 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydı muris Mustafa Şağul adına kayıtlıdır. Muris Mustafa’nın Nevşehir Sulh Hukuk Mahkemesinin 17.4.1986 gün ve 1986/395-375 sayılı veraset ilamına göre; 4 mirasçısı bulunduğu ve bunların eşi Şekure ve çocukları İbrahim, Yılmaz ve Halime Şağul olduğu anlaşılmaktadır.
Bununla birlikte, aynı mahkemeden alınan ve Şekure Şağul’a ait olan 29.8.1989 gün ve 1989/594-622 sayılı veraset ilamına göre; Şekure’nin İbrahim ve Yılmaz Şağul isimli iki mirasçısının bulunduğu saptanmıştır. Eldeki dava ise, mirasçılardan Yılmaz ve İbrahim tarafından kendi paylarına hasren açılmıştır.
Sözü edilen iki veraset ilamı karşılaştırıldığında birbiri ile çelişkili olduğu, birincisinde ismi bulunan Halime’nin ikincisinde isminin bulunmadığı, bunun nedeninin de açıklanmadığı görülmektedir. Bu çelişki giderilmeden sağlıklı bir sonuca ulaşılması mümkün değildir.
Hal böyle olunca mahkemece yapılması gereken, veraset ilamlarındaki çelişki giderilmesi, eğer muris Mustafa’nın gerçekte iki mirasçısı var ve ikisi de davada temsil ediliyorsa, bu durumda aktif husumet ehliyetleri bakımından bir sorun bulunmadığından işin esasının incelenerek olumlu ya da olumsuz bir karar verilmesi, aksi durumda davacıların aktif husumet ehliyetlerinin bulunmaması ve başlangıçta paya hasren dava açıldığından diğer mirasçının davaya katılımının da söz konusu olmayacağından önceki hüküm gibi aktif husumet yokluğundan davanın reddine karar vermekten ibarettir.
2- Öte yandan; Daire bozmasında ayrıca müddeabihin bir bölümü üzerinden harç tahsili ile bu şekilde neticeye gidilmesinin isabetsiz olduğu belirtilmiş ise de, elatmanın önlenmesi dışındaki talepler için, bildirilen dava değeri olan 15.083,55 TL üzerinden hesaplanan harcın dava açıldığı sırada davacı tarafından yatırıldığı, elatmanın önlenmesi talebi yönünden ise keşfen belirlenen taşınmaz değeri olan 8.326,00 TL üzerinden 115,00 TL nispi tamamlama harcının yargılama, sırasında ve karar öncesinde 2793 sıra nolu makbuz ile yine davacı tarafından 28.05.2008 tarihinde yatırıldığı ve dolayısı ile dosyada bir harç eksikliğinin bulunmadığı anlaşıldığından mahkemenin bu yöne ilişkin direnmesinin doğru olduğu anlaşılmıştır.
SONUÇ: Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda 1 numaralı bentte açıklanan nedenlerden dolayı BOZULMASINA, oybirliği ile karar verildi.