Ana Sayfa Yargı Kararları YHGK 14.7.2010 E.2005/20-163 – K.2010/384

YHGK 14.7.2010 E.2005/20-163 – K.2010/384

1150
0

– Karardan Sonra Mevzuat Değişikliği (Kamu Düzeni İle İlgili)
– Karardan Sonra İçtihadı Birleştirme Kararı Verilmesi
– Yargıtay Bozmasının Maddi Hataya Dayanması (Usuli Kazanılmış Hak – Orman İddiası)
– Usuli Kazanılmış Hak (İçtihadı Birleştirme Kararı Çıkması – Yargıtay Bozmasının Maddi Hataya Dayanması)
– İçtihadı Birleştirme Kararının Bağlayıcılığı (Derdest Davalarda – Kadastro Tesbitine İtiraz)
– Orman İddiası (Kadastro Tesbitine İtiraz)
– Kadastro Tesbitine İtiraz (Orman İddiası İle – Yargıtay Bozmasının Maddi Hataya Dayanması – Usuli Kazanılmış Hak)

6831 Sa.Ka.2/b, 11, Ek.10, Geç.33402 Sa.Ka.17, 18/12797 Sa.Ka.45 – 3116 Sa.Ka.1/e, 7, 13 – YİBK.22.3.1996 gün 1993/5-1 Sa.YİBK.9.5.1960 gün 21/9 Sa.YİBK.4.2.1959 gün 1957/13-5 Sa.Ka.

1. Usuli kazanılmış hakka aykırı içtihadı birleştirme kararı çıkınca Yargıtay Daireleri içtihadı birleştirmeye aykırı ve fakat usuli kazanılmış hakka uygun olan kararları bozacaklar, bozma kararı üzerine davayı incelemekte olan diğer mahkemeler dahi, içtihadı birleştirme kararını kesin olarak öğrenince bozma kararıyla gösterilen yolu bırakarak, içtihadı birleştirme kararı gereğince inceleme yapmaya başlayacak ve o karar gereğince hüküm vereceklerdir.

Sonradan çıkan İçtihadı birleştirme kararının, Yargıtay bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait kazanılmış hak esasının istisnası olarak, henüz mahkemede veya Yargıtayda bulunan bütün işlere tatbikinin gerekli olduğuna karar verilmiştir.

Orman iddiasına dayalı olarak kadastro tespitine itiraz istemine ilişkin davada…

2. Davaya konu somut olay bu yönden incelendiğinde…

Yerel mahkemece makiliklerin zilyetlikle iktisap edilebileceği yönündeki ilk karara uyulmakla davalılar yararına bir usuli kazanılmış hakkın doğduğu ve bu bozma kararında bir hukuki görüş açıklandığından, bu görüşten dönülerek oluşturulan son bozma kararının maddi hataya dayalı olmadığı değerlendilecek olsa dahi, direnme kararı verilmesinden sonra aynı konuyu düzenleyen, kamu düzenini ilgilendirmesi nedeniyle geçmişe etkili olan, 5831 sayılı Kanunun 5. maddesi ile değişik 6831 sayılı Orman Kanununun Ek 10. maddesi 27.1.2009 tarihinde yürürlüğe girmiştir. İlgili hükümde; “orman sınırları dışına çıkarılan yerler, çıkarma işleminin kesinleştiği tarihten itibaren kazandırıcı zamanaşımı yolu ile iktisap edilemez” denmektedir.

Yine eldeki dosyada ilgisi nedeniyle beklenmesine karar verilen 30.4.2010 gün ve 2004\1 E. – 2010\1 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararında; “3116 Kanun hükümlerine göre yapılıp kesinleşen, ancak tapuya tescil edilmeyen yerlerde 5653 sayılı Kanun ile değişik 3116 sayılı Kanun hükümlerine göre maki komisyonlarının yaptıkları işlemlerin tespit niteliği taşıdığına, teknik ve hukuki anlamda orman kadastro sınırı dışına çıkarma işlemi olmadığına; 6831 sayılı Kanuna eklenen Ek 10. maddenin maki tefrik komisyonlarınca 5653 sayılı Kanun uyarınca maki olarak tespit edilen yerlerde de uygulanmasının gerektiğine ve bunun sonucu olarak, bu yerlerin tespit tarihinden itibaren imar, ihya ve zilyetlik yoluyla kazanılmasına olanak bulunmadığına” karar verilmiştir.

3. Dosya kapsamına göre, dava konusu taşınmazın bulunduğu yerde 1952 yılında 5653 sayılı Kanun uyarınca yapılan maki tefrik çalışması sırasında ise taşınmazın maki tefrik hattının kapsamında kaldığının saptanmış olmasına göre, mahkemece usuli kazanılmış hakkın istisnalarından olduğu kuşkusuz bulunan ve az yukarıda açıklanan yeni çıkan kanun ve içtihadı birleştirme kararının değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekir. Bu değişik gerekçe ve nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.

DAVA ve KARAR:

Taraflar arasındaki “Kadastro Tespitine İtiraz” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;

Antalya Kadastro Mahkemesince davanın “reddine” dair verilen 13.11.2003 gün ve 1998/162-62 sayılı kararın incelenmesi davacı Hazine vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 20.4.2004 gün ve 970-4320 sayılı ilamı;

“…Hükmüne uyulan Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 28.5.1998 tarih 4211-5555 sayılı bozma kararında özetle:

“yeniden yapılacak keşifte makiye ayırma haritası uzman bilirkişi eli ile yerine uygulanarak taşınmazın konumunun belirlenmesi, sonradan yapılan 2. orman kadastrosunda taşınmazın orman sınırı dışında bırakılmasının yasal sonuç doğurmayacağı, bu durumda 1942 yılında yapılan orman kadastrosu gözönünde bulundurularak taşınmazın değerlendirilmesi, bundan sonra tüm kanıtlar birlikte değerlendirilip oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi” gereğine değinilmiştir.

Mahkemece, bozma kararına uyulduktan sonra davanın reddine ve dava konusu Duraliler Köyü 2380, 2381, 2382 sayılı parsellerin tespit gibi davalılar adlarına tapuya tesciline karar verilmiş, hüküm davacı Orman Yönetimi ve katılan Hazine tarafından temyiz edilmiştir.

Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, kadastro tespitine itiraz niteliğindedir.

Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yerde tespit tarihinden önce 1942 yılında yapılıp kesinleşen ve yine 1976 yılında yapılıp kesinleşen orman kadastrosu ile 3302 Sayılı Yasaya göre yapılıp 15.6.1989 tarihinde ilan edilen 2/B uygulaması vardır.

Çekişmeli taşınmazların bulunduğu yörede 1942 yılında 3116 Sayılı Yasa hükümlerine göre yapılıp kesinleşen orman kadastrosunda taşınmaz orman sınırları içinde bırakılmış, daha sonra 1952 yılında 5653 Sayılı Yasa gereğince yapılan maki çalışması sırasında maki alanı içinde gösterilmiş, 1976 tarihinde 1744 Sayılı Yasa gereğince yapılan orman kadastrosunda orman sınırları dışında bırakılmış, 1991 yılında yapılan arazi kadastrosu sırasında ise, İsa oğlu Mehmet ve Hüseyin adına kayıtlı Temmuz 1291 tarih 29 sayılı 10 dönüm yüzölçümlü, Kaytaroğulları ve Kariş ve Tarik ve Cebel sınırlı tapu kaydına dayanılarak davalılar adlarına tarla niteliğinde tespit edilmiş, davacı Orman Yönetimi taşınmazların orman olduğu iddiasıyla dava açmış, Hazine ise, Büyükşehir imar planı içinde kalıp Hazine arazisi olduğunu ileri sürerek davaya katılmıştır.

Yörede orman kadastrosunun ilan edildiği 1942 tarihinde yürürlükte bulunan 3116 Sayılı Yasanın 7. maddesi gereğince orman kadastrosuna itiraz süresi üç aydır. Daha sonra, 8.9.1956 tarihinde yürürlüğe giren 6831 Sayılı Yasanın geçici 3. maddesi ile üç aylık itiraz süresini geçirenlere bu yasanın yürürlük tarihinden itibaren altı aylık yeni bir itiraz süresi getirilmişse de, davalılar ve önceki malikler tarafından bu konuda herhangi bir dava açılmamış, böylece çekişmeli parsellerin tespitine esas alınan tapu kaydı, orman sınırı içinde kalmakla yasal değerini yitirmiş olduğundan davacıların dayanacağı bir tapu kaydı bulunmamaktadır.

Davanın özelliği nedeniyle maki tespit komisyonlarının yaptıkları işlemlerin niteliğinin belirlenmesi zorunlu görülmektedir. 22.3.1996 tarih 5/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile 5653 Sayılı Yasayla değişik 3116 Sayılı Yasanın 1/e maddesi uyarınca kurulan maki tespit komisyonlarının yasal ve yaptıkları işlemlerinde geçerli olduğu ve makiye ayrılan yerlerde özel yasalar uyarınca oluşturulan tapulara değer verileceği benimsenmiştir. Sözü edilen kararda öngörülen Özel Yasalar 2510 Sayılı İskan, 4753 Sayılı Çiftçiyi Topraklandırma, 3573 Sayılı Zeytinciliğin Islahı ile 5658 sayılı Orman Yasasına ek yasalardır. Gerek Hukuk Genel Kurulunun gerekse ilgili Yargıtay Dairelerinin kararlılıkla sürdürdükleri içtihatlarına göre, kesinleşen orman kadastrosu sınırları içinde kalan her türlü kayıt ve belgeler ile mahkeme ilamları yasal değerlerini yitirirler. Makiye ayrılan yerlerle özel yasalar uyarınca oluşturulan tapulardan başka tapulara değer verilemez (HGK. 27.2.2002/1-19 E. – 97 K.).

İçtihadı Birleştirme Kararı maki tesbit komisyonunca makilik alan olarak belirlenen alanlarda özel yasalar uyarınca oluşturulan tapulara değer verileceği kabul edilmiş ve İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde açıkça maki komisyonlarınca yapılan işlerin sadece nitelik belirleme olup, orman dışına çıkarma işlemi olmadığı, makiye ayırma işleminin orman olarak kayıtlı tapulu taşınmazı tapusuz hale dönüştürmeyeceği vurgulanmıştır. Sözü edilen İçtihadı Birleştirme Kararının konusu makilik yerlerde zilyetliğe değer verilip verilmeyeceğiyle de ilgili değildir. İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde bu konu, bir kelime ya da cümle halinde dahi yer almamıştır. Yorum yoluyla içtihadı birleştirme kararı genişletilemez.

Orman Kadastrosunun yapılıp kesinleştiği 1942 tarihinde yürürlükte bulunan 3116 Sayılı Yasanın 13. maddesi hükmüne göre,

“tahdidi yapılmış ve kesinleşmiş ormanlar Hazine adına tescil olunur.”

Buna paralel olan ve o maddenin yerine 8.9.1956 tarihinde yürürlüğe konulan 6831 Sayılı Orman Yasasının 11. maddesinin 4. fıkrası da,

“kadastrosu yapılıp kesinleşen devlete ait ormanlar tapu dairelerince hiçbir harç, vergi ve resim alınmaksızın Hazine adına tapuya tescil olunur” hükmünü taşımaktadır.

Bu yerde orman kadastrosu 1942 yılında kesinleşmiş olduğuna göre, yasanın emredici hükmü gereğince, Hazine adına tapuya tescil edilmiş olması gerekir. Tapulu devlet ormanının bir bölümünün makiye ayrılması halinde o yer orman değil ve fakat cinsi makilik yer olarak ve yine Hazinenin tapulu taşınmazı olmaya devam eder.

Bu konu 22.3.1996 gün ve 1993/5-1 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı gerekçesinin 19. paragrafında aynen şu cümlelerle ifade edilmektedir. (Maki komisyonlarının görevi orman sayılmayan makilik alanları belirlemekten ibarettir. Orman sayılmayan makiliklerin tesbiti, yeni orman tanımına göre tapu sicilinde düzeltme yapılması niteliğindedir. Bu düzeltme sonucu “orman niteliği ile Hazine adına tescil” edilen taşınmaz orman sayılmayan makilik alan olarak tesbit edilmekle, “özel mülk olarak Hazine adına tapuya tescil” edilecek, taşınmazın sadece tapudaki niteliği değişecektir. Böylece tesbit işlemi ile Hazine adına tapulu olan TAŞINMAZ TAPUSUZ HALE DÖNÜŞMEYECEKTİR.

Görüldüğü gibi, kesinleşen orman kadastrosu sınırları içindeki makilik alanın ayrılması o yeri tapusuz hale getirmeyip, sadece niteliğini değiştirdiğinden makilik cinsi ile tapulu olma halini sürdürecek ve imar-ihya ve zilyetlik yoluyla kazanılamayacaktır.

Kesinleşen orman kadastrosu, Yasanın emredici hükmüne rağmen herhangi bir nedenle tapuya tescil edilmemiş olsa bile; orman kadastrosunun kesinleşmesi ile taşınmazın orman niteliğiyle mülkiyet hakkı Hazineye geçer. Kesinleşen orman kadastrosunun sonradan tapuya tescil edilmesi mülkiyet hakkının doğumu için gerekli değildir. Tescil işlemi, kurucu değil açıklayıcı nitelikte olduğundan durum yine değişmez. Maki komisyonlarının yaptığı işlem 6831 Sayılı Yasanın 2. maddesinin öngördüğü anlamda “orman sınırı dışına çıkarma” işlemi değil “makilik yer olduğunu belirleme” işlemidir. Çünkü 5653 Sayılı Yasada tahdit komisyonlarına orman sınırı dışına çıkartma yetkisi verilmemiştir. Bu komisyonların görevi orman sayılmayan makilik alanları belirlemekten ibarettir.

Hukukumuzda ilk kez orman dışına çıkarmaya ilişkin yasal düzenleme 1961 Anayasasının ormanla ilgili 131. maddesindeki değişikliğe paralel olarak 4.7.1973 tarihinde yürürlüğe giren 1744 Sayılı Yasayla yapılmıştır.

Bilindiği gibi 3402 Sayılı Kadastro Yasasının 18/2. maddesi hükmüne göre

“Yasaları uyarınca devlete kalan taşınmaz mallar tapuda kayıtlı olsun olmasın zilyetlikle kazanılamaz.”

Yasanın bu maddesinde,

“yasaları uyarınca devlete kalan taşınmaz malların” hangi malları kapsadığı sayılmamışsa da 6831 Sayılı Yasanın 2/B madde uygulaması sonucu Hazine adına orman rejimi dışına çıkartılan yerler ile geçerli bir işlemle makiye ayrılan yerlerin de 3402 Sayılı Yasanın 18. maddesi anlamında “yasalar uyarınca devlete kalan taşınmaz mallar” olduğu kabul edilmelidir.

İçtihadı Birleştirme Kararında 5653 Sayılı Yasayla değişik 3116 Sayılı Orman Yasasının 1/e maddesinde Hazine tapularının iptal edileceğine ve taşınmazların tapusuz hale dönüşeceğine ilişkin bir hüküm bulunmadığı gibi, maki yönetmeliğinde de yapılan işlemin tespit işlemi olduğu vurgulanmış ve tapulu taşınmazın tapusuz hale dönüşeceğine ilişkin yönetmeliğe bir hüküm konulmamıştır. Bu nedenlerle çekişmeli taşınmazların 1952 yılında yapılan maki çalışması sonunda makilik alanda bırakılması ve maki olduklarının belirlenmesi nedeniyle Hazine adına özel mülk olarak ve kesinleşen tahdit içinde tapuda kayıtlı olduğunun kabulü gerekir. Makiye ayrılan taşınmazlar hali yerler gibi zilyetlikle kazanılamaz.

Kaldı ki; Hazine vekili tarafından dava dosyası içine konulan 7. Hukuk Dairesinin aynı köy 815 sayılı parsel hakkındaki 1.10.1998 gün 3417/4045 ve 1289 sayılı parsel hakkında verdiği 6.4.2000 gün 1370/1711 sayılı kararların da Duraliler Köyünü Antalya Büyükşehir Belediyesi sınırları içine alındığı ve bu yerde 1981 yılında imar planının yapılıp kesinleştiği anlaşılmaktadır.

Yürürlükten kaldırılan 766 Sayılı Yasanın 1617 sayılı Yasa ile değişik 33. maddesi hükmüne göre imar-ihya yoluyla taşınmaz edinme olanağı bulunmamaktadır.

10.10.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 Sayılı Yasanın 17. maddesi hükmüyle, imar-ihya yoluyla taşınmaz edinme olanağı sağlanmış ise de aynı maddenin 2. fıkrası ile “il, ilçe ve kasabaların imar planının kapsadığı alanlarda kalan taşınmazlarda bu hüküm uygulanmaz” hükmü gereğince,

1991 yılında tesbit tutanağı düzenlenen taşınmazların imar-ihya yoluyla kazanılma olanağı bulunmamaktadır.

Yukarıda izah edildiği gibi orman kadastrosu kesinleşmede davacının tapu kaydı yasal değerini yitirmiş olduğu bir yana, çekişmeli üç adet parselin yüzölçümü 21.603 m2’dir. Dayanılan Kaytar oğulları Kariş ve Tarik ve Cebel sınırlı her yere uyabilecek nitelikli tapu kaydının yüzölçümü ise 10 dönümdür. Orijinal paftalarda çekişmeli taşınmazın sınırında yol bulunmadığı gibi eylemli yol da bulunmamaktadır.

Bilirkişiler sınırları gösterememişler, Kaytaroğlu tarlasının doğudaki patikadan sonraki yerler olabileceğini söylemişlerdir.

Bu haliyle tapu kaydının çekişmeli taşınmazlara uyduğu kabul edilemez. Bir an için aksi düşünülse bile sonuca etkili olamaz.

Anlatılan şu duruma göre; Dairenin 28.5.1998 gün ve 4211-5555 sayılı bozma kararı maddi yanılgıya dayalıdır. 9.5.1960 gün 21/9 ve 4.2.1459 gün 13/5 sayılı YİBK. Kararları ve 14.3.1986 gün 1984/2-714/241 ve 3.7.1991 gün 1991/11-5/402 ve 1.3.1995 gün 1994/7-641/117 ve 14.10.1988 gün 1988/20-710/708 sayılı H.G.K. Kararları ve 16.H.D.nin 2.7.1996 gün 2679/3116 (Y.K.D.1997/5 sh.5746) ve 20.H.D.nin 20.3.2001 gün 1010/2090 ve 20.H.D.nin 23.2.2002 gün 4932/6917 sayılı kararlarında belirtildiği gibi, maddi yanılgıya dayalı bozma kararlarına uyulması usuli kazanılmış hak meydana getirmez.

Somut olaya hangi yönden bakılırsa bakılsın çekişmeli taşınmazların 3402 Sayılı Kadastro Yasasının 18/1. maddesi gereğince Hazine adına tapuya tesciline karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir.…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI:

Dava, orman iddiasına dayalı olarak kadastro tespitine itiraz istemine ilişkindir.

Davacı Hazine vekili, dava konusu parsellerin Devlet ormanı sınırları içerisinde kaldığını ileri sürerek 2380 ve 2382 parsellerin kısmen, 2381 sayılı parselin tamamının tapulama tesbitlerinin iptali ile dava konusu yerlerin Devlet ormana olarak tapuya tescilini istemiştir.

Davacı Orman idaresi tarafından taşınmazların orman oldukları iddiası ile süresi içerisinde aynı mahkemenin 1991/568 Esas, 1991/569 Esas ve 1991/633 Esas sayılı dosyalarında her bir parsel için ayrı ayrı açılan davalar, aralarındaki fiili ve hukuki bağlantı nedeniyle birleştirilmiş ve yargılama 1991/568 Esas sayılı dosya üzerinden yürütülmüştür.

Davalılar, 1942 orman tahdidinin Vakıflar Genel Müdürlüğünün açtığı dava sonucunda iptal edildiğini, iptal edilen orman sınırına bakıldığında Duraliler Köyünün tamamının orman tahdidinin iptal edildiğinin görüleceğini, dayandıkları tapu kaydının sınırlarının sabit olduğunu, müvekkilinin tespit sırasında dava konusu taşınmaza intikal gören eski tapu kaydı ile dava konusu taşınmaza malik olduğunu, bu nedenle gerek ormanın gerekse hazinenin davasının reddinin gerektiğini savunmuştur.

Müdahil Hazine vekili, dava konusu taşınmazın evveliyatının orman olduğunu, 1942 yılında yapılan orman tahdidi içinde kaldığını, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 208 sayılı kararının Vakıflar idaresinin tapulu yerlerine ait bulunduğunu, Vakıflar İdaresiyle Orman İdaresi arasındaki sınırların belirlendiği, dava konusu yerin Antalya Belediyesinin mücavir alan ve nazım imar planı dahilinde kaldığını, bu yerlerin gerek orman yönünden, gerekse imar planı yönünden imar ihya ile mülk edinme olanağı olmayan, tapuların hukuki değerini taşımayan yerlerden olup, yasanın öngördüğü yeterli zilyetlik süresi dolmadığını ileri sürerek, dava konusu taşınmazın Hazine adına tapuya tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece verilen ilk kararda, dava konusu taşınmazın kesinleşen 1977 tarihli orman sınırlarının dışında kaldığı anlaşıldığından, orman idaresinin davasının reddine, müdahil Hazine yönünden taşınmazın 6831 sayılı Kanunun 2/B maddesi uyarınca orman sınırı dışına çıkarıldığı günden tespit tarihine kadar 20 yıllık sürenin geçmemiş bulunması, dayanak kaydın sınırlarının değişebilir olması ve taşınmazın niteliği dikkate alınarak davanın kabulüne karar verilmiş; Yüksek Özel Dairece; taşınmaz maki tefrikine konu olmuş ise makiye ayrıldığı tarihte tahdit dışına çıkmış sayılacağından, imar-ihya ve zilyetlikle dahi kazanılabileceği, bu hususların araştırılmamış olmasının usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesi ile hükmün bozulması üzerine, mahkemece bozmaya uyulmuş ve maki araştırması yapılmış, sonuçta; dava konusu parsellerin makilik saha olarak tefrik edildikleri 1952 yılından itibaren tapulama tesbitinin yapıldığı tarihe kadar 20 yıllık olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı süresinin dolduğu, taşınmazların 1950 yılından itibaren davalıların zilyet ve tasarruflarında bulunduğu, olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı süresinin dolduğu ve zilyetlikle mülk edinme koşullarının oluştuğu sonucuna varılarak, davacı orman idaresinin ve müdahil Hazinenin davasının reddine karar verilmiştir.

Bu kararın yukarıya aynen alınan gerekçelerle Özel Dairece bozulması üzerine, mahkemece; bozma kararının ayrıntılı ve gerekçeli olup, belli bir hukuksal anlayışı ortaya koyduğu, maddi hatanın bir kanun hükmünün yorumunu ya da hukuksal anlayışı da kapsamına alacak genişlikte kabul edilmesinin olanaksız olduğu açıklanarak, önceki kararda direnilmiştir.

Bozma ve direnme kararlarının kapsamı itibarı ile uyuşmazlık, birinci bozma kararının maddi hataya dayalı olup olmadığı, mahkemenin birinci bozma kararına uymasına göre bu durumun davacı yararına usuli kazanılmış hak oluşturup oluşturmayacağı noktasında toplanmaktadır.

Dosyaya gelen belgelere göre; yörede 1942 yılında 3116 Sayılı Yasa hükümlerine göre yapılıp kesinleşen orman kadastrosunda davaya konu taşınmaz orman sınırları içinde bırakılmış, daha sonra 1952 yılında 5653 Sayılı Yasa gereğince yapılan maki çalışması sırasında maki alanı içinde gösterilmiş, 1976 tarihinde 1744 Sayılı Yasa gereğince yapılan orman kadastrosunda orman sınırları dışında bırakılmış, 1991 yılında yapılan arazi kadastrosu sırasında ise, İsaoğlu Mehmet ve Hüseyin adına kayıtlı Temmuz 1291 tarih 29 sayılı 10 dönüm yüzölçümlü, Kaytar oğulları ve Kariş ve Tarik ve Cebel sınırlı tapu kaydına dayanılarak davalılar adlarına tarla niteliğinde tespit edilmiştir. Ayrıca, taşınmaz hakkında 3302 Sayılı Yasaya göre yapılıp 15.6.1989 tarihinde ilan edilen 2/B uygulaması da bulunmaktadır.

Burada yeri gelmişken, usuli kazanılmış hak ile şu açıklamaların yapılmasında fayda görülmüştür.

Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır.

Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin yada tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.

Hemen belirtelim ki; bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlayacağımız bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirdiği gibi, mahkemenin kararını bozmuş olan Yargıtay Hukuk Dairesince de, sonradan, ilk bozma kararı ile benimsemiş olduğu esaslara ve dolayısı ile oluşan usuli kazanılmış hakka aykırı bir şekilde ikinci bir bozma kararı verilmesini yasaklamaktadır.

Mahkemenin, Yargıtay’ın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur.

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da açıklandığı gibi, bir mahkemenin Yargıtayca verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme mükellefiyeti meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun sayılamaz ve bozma sebebidir; meğer ki, bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arz etmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen bozma gereğince muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur.

Usul Kanunumuzda bu şekildeki usule ait kazanılmış hakka ilişkin açık bir hüküm konulmuş değilse de, Yargıtayın bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan gayesi ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması yanında, hukuki alanda istikrarı sağlamak amacına ulaşmak üzere kabul edilmiş bulunması bakımından usule ait kazanılmış hak müessesesi, usul kanununun dayandığı ana esaslardandır ve kamu düzeni ile de ilgilidir.

Gerçekten, mahkemenin doğru bularak uyduğu ve yahut kanun gereğince uymak zorunda olduğu bozma kararı ile dava, usul ve kanuna uygun bir çığıra sokulmuş demektir. Buna aykırı karar verilmesi, usul ve kanuna uygunluktan uzaklaşılması manasına gelir ki, böyle bir netice asla kabul edilemez. Bundan başka, mahkemenin bozma kararına uygun karar vermesine rağmen Yargıtayın ilk bozmasıyla benimsenmiş olan kanuna veya usule ait hükümlere aykırı şekilde ikinci bir bozma kararı vermesi, usul hükümleriyle hedef tutulan amacı zedeler ve hatta kararlara karşı duyulması gereken genel güveni dahi sarsar.

Esasen, hukukun kaynağı, sadece kanun olmayıp, mahkeme içtihatları dahi hukukun kaynaklarından oldukları cihetle, söz konusu, usuli kazanılmış hak için kanunda açık hüküm bulunmaması, onun kabul edilmemesini gerektirmez (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 4.2.1959 gün ve 1960/13-5 sayılı kararı ve Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 4.2.1959 gün ve 1952/13-5 sayılı kararı).

Kazanılmış haklar Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasanın 2. maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi, toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve asla kabul edilemez.

Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi, yine Yargıtay İçtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır;

Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (9.5.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK.) ya da geçmişe etkili bir yeni kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak, artık hukukça değer taşımayacaktır.

Benzer şekilde; uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesi’nce iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (Hukuk Genel Kurulu’nun 21.1.2004 gün, 2004/10-44 E. – 2004/19 K.).

Bu sayılanların dışında ayrıca; görev konusu, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü 2001 Baskı, cilt:5, sayfa: 4738 vd).

Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için; bir davada, ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 12.7.2006 gün ve 2006/4-519-527 sayılı, 31.5.2006 gün ve 2006/10-307-337 sayılı ve 10.05.2006 gün ve 2006/4-230-288 sayılı, 4.3.2009 gün ve 2009/10-34-104 sayılı ilamı).

2797 sayılı Yargıtay Kanununun 45. maddesine göre, içtihadı birleştirme kararları, benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, Dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlar. Mahkemelerin elinde bulunan bütün işlere ve bu arada bozma kararına uyulduktan sonra karara bağlanıp, aleyhine karar verilmiş olan tarafın temyiz etmesi sebebiyle Yargıtay önüne gelmiş bulunan işlere ve yine bozma kararına uyulduktan sonra mahkemelerce incelenmekte olan işlere yeni çıkan içtihadı birleştirme kararının uygulanması, bu maddenin herhangi bir istisna kabul etmeyen lafzına uygun düşecektir.

Bundan başka, içtihadı birleştirme kararı, daire kararlarından daha doğru bir içtihada varmak için verilmiş bir karar olduğu cihetle, onun mümkün olan her davaya tatbiki, usul kaideleriyle güdülen hakka varma gayesine dahi uygun olur. Nihayet, içtihadı birleştirme kararıyla kabul edilen objektif esasları tatbik ederek istikrarı sağlama prensibinin sayısı belli hadiselerde feda edilmesinde de bir yolsuzluk düşünülemez ve bu şekilde bir tatbikat, adalete güveni sarsmak şöyle dursun bilakis bu güveni kuvvetlendirir. Demek ki, söz konusu kanun hükmünün mümkün olan her hadiseye tatbiki ile kazanılmış hak esasının içtihadı birleştirme kararı karşısında gözönünde tutulmaması, o maddenin hem mutlak olan lafzına, hem de ruhuna uygun bulunacaktır.

Şu yönü de açıklayalım ki, usuli kazanılmış hakka aykırı içtihadı birleştirme kararı çıkınca Yargıtay Daireleri içtihadı birleştirmeye aykırı ve fakat usuli kazanılmış hakka uygun olan kararları bozacaklar, bozma kararı üzerine davayı incelemekte olan diğer mahkemeler dahi, içtihadı birleştirme kararını kesin olarak öğrenince bozma kararıyla gösterilen yolu bırakarak, içtihadı birleştirme kararı gereğince inceleme yapmaya başlayacak ve o karar gereğince hüküm vereceklerdir.

Sonradan çıkan İçtihadı birleştirme kararının, Yargıtay bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait kazanılmış hak esasının istisnası olarak, henüz mahkemede veya Yargıtayda bulunan bütün işlere tatbikinin gerekli olduğuna karar verilmiştir (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 9.5.1960 gün ve 21/9 sayılı Kararı, Hukuk Genel Kurulu’nun 12.7.2006 gün, 2006/9-508 Esas – 2006/521 sayılı Kararı; Kuru, age., cilt:5, sayfa:4769 vd).

Önemle vurgulanmalıdır ki, davadaki taleplerin biri hakkındaki kararın Yargıtay`ın bozma kararının kapsamı dışında kalması ile kesinleşmesi nedeniyle doğan usuli kazanılmış hak ile maddi anlamda kesin hükmü birbiri ile karıştırmamak gerekir. (HGK`nun 9.11.1969 gün ve 1968\1-761 E. – 741 K. sayılı ilamı) Maddi anlamda kesin hükümde mahkeme (ve Yargıtay) elini davadan tamamen çekmiş ve dava bitmiş, kesin bir biçimde sonuçlanmış durumdadır. Oysa, davadaki taleplerin biri hakkındaki kararın bozma kararının kapsamı dışında kalması nedeniyle kesinleşmesi halinde, mahkeme davadan elini henüz çekmiş durumda değildir; çünkü mahkeme, hakkındaki karar bozulan taleple ilgili olarak davaya devam etmektedir. Bu davada, hakkındaki karar kesinleşmiş olan taleple ilgili olarak, maddi anlamda kesin hüküm nedeniyle değil, usuli kazanılmış hak nedeniyle inceleme yapılamamaktadır. Fakat yukarıda sayılan usuli kazanılmış hakkın istisnalarından birinin varlığı halinde, hakkındaki karar bozmanın kapsamı dışında kalması nedeniyle kesinleşmiş olan talep hakkında da mahkemece inceleme yapılabilir ve yeni bir karar verilebilir. (Kuru, age., cilt:5, sayfa:4770; HGK.`nun 25.9.1996 gün ve 1996\2-411 E. – 626 K. sayılı ilamı)

Buraya kadar açıklanan hususlar özetlenecek olursa, somut olayda olduğu gibi mahkemenin Yargıtay`ın bozma kararına uyması ile bu kısım yönünden lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak doğacağı ve artık bu hakka herkesin olduğu gibi Yargıtay Dairesinin de uyması gerektiği düşünülebilirse de, dosyanın henüz derdest olduğu aşamada usuli kazanılmış hakkın istisnalarından olan ve o konuyu düzenleyen yeni bir içtihadı birleştirme kararı çıkmış olması ya da bozmadan sonra o konuda geçmişe etkili olarak uygulanan yeni bir kanunun yürürlüğe girmiş olması durumunda, bozmaya uyulmuş olmakla meydana gelen usuli kazanılmış hak, hukukça değer taşımaz. Yasanın geçmişe etkili olması nedeniyle kazanılmış hakları zedeleyeceği düşünülebilirse de, yasa, Anayasa Mahkemesince iptal edilmedikçe yürürlüğünü sürdüreceğinden bu hususun eldeki davada değerlendirilmesi söz konusu değildir. Yeni çıkan içtihadı birleştirme kararının veya kanunun uygulanması gerekir.

Davaya konu somut olay bu yönden incelendiğinde, mahkemece davanın reddi yönünde verilen ilk kararın Özel Dairece makilik alanların zilyetlikle iktisabının mümkün olduğu gerekçesi ile bozulmuş ve yerel mahkemece bu yöndeki bozma kararına uyularak davalılar yararına zilyetlikle kazanım koşullarının oluştuğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Ardından, Özel Dairece verilen ikinci bozma kararında makilik alanların zilyetlikle kazanılmasının olanaklı bulunmadığı temel gerekçesi ile karar yeniden bozulmuştur.

Burada yerel mahkemece makiliklerin zilyetlikle iktisap edilebileceği yönündeki ilk karara uyulmakla davalılar yararına bir usuli kazanılmış hakkın doğduğu ve bu bozma kararında bir hukuki görüş açıklandığından, bu görüşten dönülerek oluşturulan son bozma kararının maddi hataya dayalı olmadığı değerlendilecek olsa dahi, direnme kararı verilmesinden sonra aynı konuyu düzenleyen, kamu düzenini ilgilendirmesi nedeniyle geçmişe etkili olan, 5831 sayılı Kanunun 5. maddesi ile değişik 6831 sayılı Orman Kanununun Ek 10. maddesi 27.1.2009 tarihinde yürürlüğe girmiştir. İlgili hükümde;“orman sınırları dışına çıkarılan yerler, çıkarma işleminin kesinleştiği tarihten itibaren kazandırıcı zamanaşımı yolu ile iktisap edilemez” denmektedir.

Yine eldeki dosyada ilgisi nedeniyle beklenmesine karar verilen 30.4.2010 gün ve 2004\1 Esas – 2010\1 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararında; “3116 Kanun hükümlerine göre yapılıp kesinleşen, ancak tapuya tescil edilmeyen yerlerde 5653 sayılı Kanun ile değişik 3116 sayılı Kanun hükümlerine göre maki komisyonlarının yaptıkları işlemlerin tespit niteliği taşıdığına, teknik ve hukuki anlamda orman kadastro sınırı dışına çıkarma işlemi olmadığına; 6831 sayılı Kanuna eklenen Ek 10. maddenin maki tefrik komisyonlarınca 5653 sayılı Kanun uyarınca maki olarak tespit edilen yerlerde de uygulanmasının gerektiğine ve bunun sonucu olarak, bu yerlerin tespit tarihinden itibaren imar, ihya ve zilyetlik yoluyla kazanılmasına olanak bulunmadığına” karar verilmiştir.

Dosya kapsamına göre, dava konusu taşınmazın bulunduğu yerde 1952 yılında 5653 sayılı Kanun uyarınca yapılan maki tefrik çalışması sırasında ise taşınmazın maki tefrik hattının kapsamında kaldığının saptanmış olmasına göre, mahkemece usuli kazanılmış hakkın istisnalarından olduğu kuşkusuz bulunan ve az yukarıda açıklanan yeni çıkan kanun ve içtihadı birleştirme kararının değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekir.

Bu değişik gerekçe ve nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.
Diğer taraftan, açıklanan değişik bozma kararının kapsamına göre mahkeme ile Özel Daire arasında çıkan diğer uyuşmazlık konularının bu aşamada değerlendirilmesinin gerekmediği sonucuna varılmıştır.

SONUÇ: Davacı Orman İdaresi ve Hazine vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile BOZULMASINA, oybirliği ile karar verildi.

Y.H.G.K. 14.7.2010 E.2005/20-163 – K.2010/384

Önceki İçerikYHGK 28.4.2010 E.2010/2-221 – K.2010/241
Sonraki İçerikYHGK 5.5.2010 E.2010/14-234 – K.2010/248

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.