Vekalet verenin ölümünden sonra vekilin yaptığı satışın iptali davasında:
Yasa koyucu vekil ile vekil edenden birisinin ölümü ile vekaletin son bulacağını açıkça vurgulamış, öte yandan bu karinenin iki istisnası bulunduğu belirtilmiştir.
Bunlardan birisi, Müvekkil ile vekil arasındaki sözleşmede bu hususun kararlaştırılmış olması, diğeri de işin niteliğinin vekaletin devamını gerektirmesidir.
Somut olayda, Mehri`nin verdiği vekaletnamede vekalet ilişkisinin ölümünden sonra da devam edeceğine ilişkin bir ibare bulunmamaktadır. Bu durumda, özellikle işin niteliğinin, vekil edenin ölümüne rağmen vekalet ilişkisine devamına imkan verip vermediği üzerinde durulması zorunludur.
DAVA ve KARAR:
Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, annesi olan Mehri`nin maliki olduğu dava konusu 1233 ada 8 parsel sayılı taşınmazın satılması için 1999 yılında davalı Muzaffer`i vekil tayin ettiğini sonrasında satıştan vazgeçtiğini ve 25.4.2001 tarihinde Mehri`nin vefat ettiğini, ancak davalı vekil Muzaffer tarafından taşınmazın 2003 yılında diğer davalı Fatma`ya devredildiğini, vekaletin hükümsüz kaldığını her iki davalının da kötüniyetli olduklarını ileri sürerek, geçersiz vekaletname ile yolsuz olarak tescil edilen 1233 ada 8 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile adına tesciline karar verilmesi istenmiştir.
Davalılar, taşınmazın öncesinden Fatma`ya ait olup bankadan kredi alınabilmesi amacıyla Mehri`ye devredildiğini ve bu konuda protokol düzenlendiğini belirterek, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece ölüm ile vekalet ilişkisinin son bulduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davalılar vekili tarafından temyiz edilmiş olmakla, süresinden verildiği kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ KARARI:
Davacı, annesi Mehri`nin maddi sıkıntıya düşmesi nedeniyle 1999 yılında dava konusu taşınmazını satmak istediğini ve bu amaçla damadı olan davalı Muzaffer`i vekil tayin ettiğini, akabinde maddi sıkıntısının ortadan kalması üzerine satıştan vazgeçtiğini, bilahare vefat ettiğini ve tek mirasçı kendisinin kaldığını, taşınmazını satmak istediğinde diğer davalı Fatma`ya devredildiğinin öğrendiğini, miras bırakanı Mehri`nin ölümü ile vekaletname geçersiz hale geldiği halde, vekilin bu vekaletnameyi kullanarak temliki gerçekleştirdiğini ileri sürüp, 1233 ada 8 no`lu parselin tapusunun iptali ile tescil isteğinde bulunmuştur.
Davalı Fatma, taşınmaz kendine aitken, 1999 yılında gelini olan davacı ile oğlu olan davalı Muzaffer`in toplu konut fonundan faizsiz kredi alınabilmesi için taşınmazın davacının annesi Mehri`ye devrini istediklerini, 16.2.1999 günlü protokolü düzenleyerek, Mehri`ye devrettiğini bilahare taşınmazın iade edileceğini, nitekim vekil aracılığı ile iade edildiğini, devrettiği tarih ile geri aldığı tarih arasında kullanımını sürdürdüğünü, diğer davalı Muzaffer de aynı gerekçeleri bildirip, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.
Toplanan deliller ve tüm dosya içeriğinden, çekişmeli 8 parsel sayılı, bahçeli kargir ev nitelikli taşınmaz davalı Fatma`ya aitken 15.2.1999 tarihinde Mehri`ye satış suretiyle temlik edildiği, akde alıcı Mehri vekili davalı Muzaffer`in katıldığı, 16.2.1999 tarihinde de taşınmazın satışının gerçek olmadığı, kredi alınması için satış yapıldığı ve taşınmazın iade edileceğine ilişkin, Mehri`nin parmak izini ve mührünü taşıyan belge düzenlendiği, davalı Muzaffer`in 17.2.1999 tarihinde, sadece dava konusu taşınmazın satış yetkisini içerir yine Mehri tarafından verilen genel vekaletnameyi kullanarak, 12.9.2003 tarihinde taşınmazı Fatma`ya satış suretiyle temlik ettiği, tarafların beyanlarına göre Mehri`nin 25.4.2001 tarihinde vefat ettiği, taşınmazın Mehri`ye satılmasına rağmen geri aldığı tarihe kadar davalı Fatma tarafından kullanıldığı, 16.2.1999 gününü belgedeki Mehri`nin parmak izine itiraz edilmesi üzerine Adli Tıp Kurulu`nca verilen raporda; “belgedeki parmak izinin net basılı olmaması nedeniyle Mehri Muslu`ya ait olup olmadığının” tespit edilemediğinin bildirildiği, davalılar vekilinin belgenin iki asıl olarak düzenlendiği, asıl belge üzerinde inceleme yapılması istendiğinde mahkemece reddedildiği anlaşılmaktadır.
Gerek temsil yetkisi gerekse vekalet ilişkisi düzenleyen Borçlar Yasası`nın 35 ve 397. maddeleri bir karineyi hükme bağlamıştır.
Bu karine asıl olanın, ölümle temsil yetkisi ve vekalet ilişkisinin sona ermiş olacağıdır.
Yasa koyucunun bu karineyi benimsememesinin amacı şudur: Bilindiği gibi, gerek temsil, gerekse vekalet ilişkisi tarafların karşılıklı güvenine dayanan bir durum ortaya çıkarmakta ve bu ilişkiden doğan iş görme borcuna ait hak ve borçlar sıkı suretle tarafların kişiliğine bağlı bulunmaktadır. Vekil eden, güvendiği bir vekil seçmekte ve ona işin görünme biçimi hakkında talimat vermekte ve bu işi gördürmeyi dilediği zaman sonlandırabilmektedir. Esasen vekil de, kural olarak işi kendisi yapmakla ve yerine başkasını koymamakla yükümlüdür.
Aynı mülahazalar temsil ilişkisi için de geçerlidir. Genellikle, vekil edenin ölümü halinde onun iradesi ve yararı ortadan kalkacak, hatta bazı durumlarda vekil edenin ölümü iş görmeyi imkansız hale getirecektir. İşte tüm bu hususlar, vekil ya da vekil edenden birisinin ölmesi halinde vekalet sözleşmesinin sona ermesini haklı göstermektedir.
Bu yüzdendir ki, Borçlar Yasası`nın 35. maddesi ile eş anlam taşıyan 397/1. maddesi hükmünde; “hilafi mukaveleden ya da işin mahiyetinden anlaşılmadıkça vekalet, gerek vekilin gerek vekil edenin ölümü ile nihayet bulur” denilmektedir.
Madde metninden de, açıkça anlaşılacağı üzere Yasa koyucu vekil ile vekil edenden birisinin ölümü ile vekaletin son bulacağını açıkça vurgulamış, öte yandan bu karinenin iki istisnası bulunduğu belirtilmiştir. Bunlardan birisi, müvekkil ile vekil arasındaki sözleşmede bu hususun kararlaştırılmış olması, diğeri de işin niteliğinin vekaletin devamını gerektirmesidir.
Somut olayda, Mehri`nin verdiği vekaletnamede vekalet ilişkisinin ölümünden sonra da devam edeceğine ilişkin bir ibare bulunmamaktadır. Bu durumda, özellikle işin niteliğinin, vekil edenin ölümüne rağmen vekalet ilişkisine devamına imkan verip vermediği üzerinde durulması zorunludur.
Hal böyle olunca, öncelikle Mehri`nin mirasçılık belgesi istenerek davacı ile irs ilişkisinin ve ölüm tarihinin belirlenmesi, ondan sonra ikinci asıl denilen 16.2.1999 tarihli protokol altındaki parmak izinin Mehri`ye ait olup olmadığı yönünde Adlı Tıp Kurumu`ndan rapor istenilmesi, protokol tanıklarının ifadelerinin ve tüm delillerin yukarıdaki ilkeler uyarınca değerlendirilmesi ve varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, noksan soruşturma ile yetinilerek ve delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
SONUÇ: Davalıların temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü BOZULMASINA, oybirliğiyle karar verildi.